Gelişmiş Arama
Ziyaret
12138
Güncellenme Tarihi: 2008/10/27
Soru Özeti
İslâm dışındaki diğer dinler sayesinde kemale erişilebilir mi? Tevhide ulaşmak nasıl?
Soru
İslâm dışındaki diğer dinler sayesinde kemale erişilebilir mi? Tevhide ulaşmak nasıl?
Kısa Cevap

Bugün dünyada var olan dinlerde bazı hakikatler vardır. Ama hakikatin kâmil şekli olan tevhit sadece İslâm dininde görülebilmektedir. Bu iddianın ispatlanmasındaki en açık delil, güvenilir kaynakların olmaması, tahrifin olması ve bu dinlerin metni kaynaklarındaki aklî çelişkiler ve bunun karşısında ise Kuran’ın tahrif olmaması, güvenilir kaynak ve tarihin olması, dinin evrensel olması ve onun öğretilerinin salim akılla uyumlu olmasıdır.

Ayrıntılı Cevap

Verilecek cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için, diğer dinlerin günümüz dünyasında delillerinin doyurucu olmaması ve İslâm dinin üstünlüğü ve haklığına dair deliller vb. konuları incelememiz gerekmektedir.

A) Dünyada bulunan dinlerin (İslâm dışında)delillerinin doyurucu olmaması hakkında:

Dünyada bulunan dinlerin delillerinin doyurucu olmamasını açıklamadan önce şu iki noktayı hatırlatmak yerindedir:

Birinci nokta: Kastımız günümüz dinlerinde olan her şeyin batıl olduğunu ve onlarda hiç hak sözün olmadığını söylemek değildir. Kastımız, günümüz dinlerinde kabul edilmesi mümkün olmayan konuların olduğunu ve bu dinlerin hakikati kâmil olarak açıklayamayacaklarını söylemektir.

İkinci nokta: Biz bu kısa araştırmada günümüz dünyasındaki en önemli iki dinin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın delillerinin doyurucu olmadığına işaret edeceğiz. Bu şekilde bu iki dinden daha az kabul gören ve geçerliliği daha az olan diğer dinlerin değeri ve itibarı da anlaşılacaktır.

Hıristiyanlığın, bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğini ispatlayan delililer şunlardır:

1) İncil mutevatir ve senedi de katî değildir:

Hz. İsa (a.s.) İsrail oğullarındandı ve dili de İbranîce idi. Beyt-ul Mukaddes’te peygamberlik iddiasında bulunmuştur. O bölgenin halkı da İbranî idi ve sadece az bir grup dışında ona iman getirmediler. İman getirenler hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Yunancayı bilen Beyt-ul Mukaddes halkından birkaç kişiydiler ve Asya kıtasındaki küçük şehirlere dağılarak insanları Hz. İsa'nın (a.s.)  dinine davet ettiler. Yunan dilinde kitaplar yazmışlardır. Bu kitaplarda bazı konular yer almaktadır ve Yunan ve Rum halkına şöyle yazmışlardır: İsa şöyle demiş ve böyle yapmıştır. Hz. İsa’yı (a.s.) görenler, amel ve sözlerine şahit olanlar ve onun dilini bilenler Filistin’deydiler ve Hz. İsa’yı (a.s.) peygamber olarak kabul etmediler. Yunanca yazılan hikâyelerin uydurma olduğunu söylediler. Bu hikâye ve kitapları kabul edenler, Hz. İsa(a.s.) ve Beyt-ul Mukaddesi hiç görmeyen ve onun dilini hiç bilmeyen uzak bölgelerin halklarıydılar. Eğer İncil’de yazdıkları hikâyeler yalan olsaydı, ne yazarların yazmalarını engelleyecek ve ne de dinleyenlerin yalanlamalarını sağlayacak bir durum vardı.

Örneğin; İncil’de şöyle yazmaktadır: Hz. İsa doğdu, birkaç kişi doğudan geldiler ve yeni doğan Yahudi padişahının nerede olduğunu sordular. Biz onun yıldızını doğuda gördük dediler. Onlar yerini göstermediler. Birden aynı yıldızı gökyüzünde gördüler ve yıldız hareket ederek Hz. İsa’nın bulunduğu evin üzerinde durdu, o evde olduğunu anladılar. Böylesine kesin uydurma olan bir hikâyeyi rüsva olmaktan korkmadan İncil’de yazmışlardır. İbranîce olarak Beyt-ul Mukaddes ehli için yazmadılar ve başkaları için yazdılar. Başkaları için çok şey söylenebilir. Yıldız bilimcilerinden hiçbirisinin, bir kimsenin doğmasıyla beraber bir yıldızında ortaya çıktığına ve onun başı üzerinde hareket ettiğine inanmadığına yakinimiz vardır. Ne Mecusîler ve ne de başkaları böyle bir şeye inanmaktadır.

Aynı şekilde, Hıristiyanların eski büyüklerinin Hz. İsa’nın öldürülmesinde ihtilâfları vardır. Bazı İncillerde o hazretin öldürülmediği yazmaktadır; çünkü eğer bir şehirde birisi öldürülse, özellikle asılarak, halkın çoğunun buna dikkat edeceğinden dolayı gizli kalması mümkün değildir. Ama İncili yazanlar, onu yabancıların dilinde yabancılar için yazdıklar ve bu yabancılar Beyt-ul Mukaddes’te bulunmadıklarından dolayı da Hz. İsa’nın öldürülüp öldürülmediğinden habersiz oldukları için de yazarlar hiç korkmadan özgürce kendileri için neyi maslahat gördülerse yazdılar. Üç yüz yıl sonra Hz. İsa için bir toplantı düzenleyerek aradaki ihtilâfları nasıl ortadan kaldıracakları üzerine Yahudi âlimleriyle meşveret ettiler. Bütün İnciller arasından sadece dört incili seçerek onları doğru ve haddi hesabı belli olmayan diğer İncilleri de batıl kabul etme kararını aldılar ve Hz. İsa’nın öldürülmediği, reddedilen İncillerde bulunmaktaydı ve resmiyetten düşürüldü.[1]

2) Hıristiyanlığın, bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğine dair ikinci delil, bugünkü İncil’de birçok tahrif ve eksikliklerin olmasıdır. Daha fazla bilgi edinmek için Allâme Şe’rani’nin yazdığı “Saadet Yolu”[2], Fazıl Hindi’nin yazdığı “İzhar-ul Hak” ve Şehit Haşimi Nejat’ın yazdığı “Kuran ve Diğer İlâhî Kitaplar” kitaplarına başvurabilirsiniz.

3) Üçüncü delil, Hıristiyanlığın bazı inançlarının, akıl ve mantık kurallarıyla olan uyumsuzluğudur. Örneğin, tanrı oğlun, insan şekline girdiğine, insanların günahlarını kendi üstüne alacağına ve çarmıha gerilmesi günahların keffaresi olduğuna inanmaktadırlar. Yuhanna İncilinde şöyle yazmaktadır: "Allah, âlemi muhabbet kudreti kıldı ve ona iman getiren kimselerin helak olmaması ve kalıcı olmaları için biricik oğlunu verdi. Çünkü Allah oğlunu bu âleme dünyaya hâkimlik yapması için değil onun sayesinde dünya kurtulsun diye göndermiştir."[3]

 

Yahudilik hakkında da aynı problemler vardır. İlk olarak: üç tane Tevrat vardır.

1) Yahudiler ve Protestan âlimlerinin geçerli saydıkları İbranîce nüshası.

2) Samirilerin (Ben-i İsrail’in başka bir grubu) geçerli saydıkları Samiri nüshası.

3) Protestanların dışındaki Hıristiyan âlimlerinin geçerli saydıkları Yunani nüshası.

Samirilerin nüshası, sadece Musa’nın (a.s.) beş kitabını ve Yuşe’ ve hâkimler kitabını kapsamaktadır ve Ahd-i Atik’in diğer kitaplarını geçerli saymamaktadır. Hz. Âdem'in (a.s.) yaratılması ile Nuh tufanı arasında birinci nüshada 1657 yıl, ikinci nüshada 1307 yıl ve üçüncü nüshada 1362 yıl yazmaktadır. Buna göre bu üç nüshanın hepsi doğru olamaz. Sadece birisi doğru olabilir ve hangisi olduğu da belli değildir.[4]

İkinci olarak: Tevrat’ta akılla uyuşmayan konular vardır.

Örneğin, Tevrat’ta Allah, yol yürüyen, şarkı söyleyen, yalancı ve kandıran insan şeklinde tanıtılmaktadır; çünkü Hz. Âdem'e, iyilik ve kötülük ağacından yerse öleceğini söylemiştir ama Âdem ve Hava, o ağacın meyvesini yemelerine rağmen ölmemişler tam tersine iyilik ve kötülükle tanışmışlardır.[5]Yahut Tevrat’ta geçen Allah ile Hz. Yakup’un güreşmesi.[6]

 

B) İslam dinin üstün ve hak olduğuna hakkında:

1) İslâm dinin canlı ve kalıcı mucizesi; bu dinin asıl mucizesi kitap, mantık ve ilim alanında olan Kuran-ı Kerim'dir, ama önceki peygamberlerin mucizeleri hissedilir konulardadır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim, sürekli canlı ve Peygamber’in (s.a.a) yaşayıp yaşamamasına bağlı değildir. Bundan dolayı İslâm dininin mucizesi kalıcı ve ebedidir.

Buna ilâve olarak Kuran-ı Kerim, meydan okumasıyla günden güne insanlara hayat ve kalıcılığını ilân etmektedir. Örneğin: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin.”[7]

2) Kuran-ı Kerim’in tahrif olmayışı; yani onda hiçbir değişiklik gerçekleşmemiştir. Allah’ın Kuran’ı koruma sözü[8] vermesine ilâve olarak Peygamber (s.a.a) de onun korunmasına özel bir dikkat göstermekteydi. Vahiy kâtibi olarak meşhur olan bir gruba, ayet ve sureleri yazma emri vermiştir. Yaranlarını ve sahabelerini sürekli Kuran ezberlemeye teşvik etmiştir ve bu yüzden Peygamber(s.a.a.)’in zamanında büyük bir grup Kuran hafızları olarak meşhur olmuşlardır. Kuran okumaya teşvik etmiştir; yani sadece mütalâa etme ve anlamlarını öğrenme değil lâfızları tam olarak özelliklerine ve tecvit kurallarına göre okunmasını istemiştir.[9]Bu çalışmalar Kuran-ı Kerim’in tahrif olmasını engellemiştir.

3) İslâm dinin haklılığını ispatlamada üçüncü delil ise, İslâm Peygamberi’nin (s.a.a) son peygamber olmasıdır. İslâm dininin yazılı kaynakları[10], İslâm Peygamberi’nin (s.a.a.) son peygamber olduğunu ve ondan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceğini onaylamaktadır.

Bütün toplumlarda bir müdür ve patronun en son verdiği talimat yapılan iş için kriterdir ve bu talimatın uygulanması gerekir. Yeni bir talimatın gelmesiyle de önceki talimatlar kendiliğinden geçerliliklerini kaybederler.

Diğer dinlerin yazılı kaynaklarında peygamberlerinin son peygamber olduğu geçmemektedir. Tam tersine İslâm Peygamberi’nin (s.a.a) geleceği müjdesini kendi takipçilerine vermiştir.[11] Yani kendisinin geçici olduğunu bir şekilde açıklamıştır.

4) Göz önünde bulundurulması gereken dördüncü konu, İslâm dininin toplumsal olduğudur; İslâm dininin, bireysel ve sosyal psikoloji, maddî ve manevî gibi insan hayatın değişik ve çeşitli alanlarında öğretileri vardır. İslâm dininin konularının toplumsallığını ve üstünlüğünü anlamak için, İslâm dininin yazılı metinleriyle diğer dinlerin yazılı metinlerini kıyaslayarak mütalâa etmek gerekir. Böylesi bir durumda, İslâm öğretilerinin, üstünlüğü ve toplumsal olduğu, inançta, tevhitte, Allah’ın sıfatlarında, bireysel ve toplumsal ahlâkta, hukukta, iktisatta, siyasette, hükümette vb. açıklığa kavuşacaktır.

5) Beşinci nokta; günümüz dünyasında var olan dinler arasında, canlı ve geçerli tarihi olan tek din İslâm dinidir. Tarihçiler Peygamber’in (s.a.a.) çocukluk çağının en ince ayrıntılarını dahi kaydetmişlerdir. Ama diğer dinlerin geçerli tarihi kaynakları yoktur. Bu yüzden bazı batılı düşünürler Hz. İsa’nın (a.s.) varlığında şüphe etmektedirler. Eğer biz Müslümanların Kuran'ı, Hz. İsa (a.s.) ve diğer peygamberlerin isimlerini zikretmemiş olsaydı, belki Hıristiyanlık, Yahudilik ve peygamberleri, dünyada şu anki gibi geçerlilikleri ve resmiyetleri olmazdı.[12]



[1] Şe’rani, Eb-ul Hasan, Saadet Yolu, s: 187–188–197–221.

[2] Aynı kaynak.

[3] Yuhanna İncili, 3, 16–17.

[4] Saadet Yolu, 206–207.

[5] Tevrat, Ortaya Çıkma Yolculuğu, İkinci ve Üçüncü bölüm.

[6] Aynı kaynak, 21. bölüm, 24. ayet.

[7] Bakara Suresi, 23. ayet.

[8] Hicr Suresi, 9. ayet.

[9] Saadet Yolu, s: 22, 215, 24 ve 25.

[10] Ahzab Suresi, 40. ayet; Sahih-i Buhari, c: 4, s: 250.

[11] Saadet Yolu, s: 226–241; Yuhanna İncili, 21–41.

[12] Eserler Külliyatı, c: 16, s: 44.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Bir malın humusu verildikten sonra ona yeniden humus vacip olur mu?
    5411 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/04/07
    Bilindiği üzere humus, füru-u dinden olup İslam’ın önemli farzlarından biridir ve ibadet sayılmaktadır. Bu yüzden kurbet kastıyla (Allah’ın emrini yerine getirmek niyetiyle) yerine getirilmelidir.Mal ve sermayeye humus geldiğinde bir kere humusları verilirse üzerinden uzun yıllar geçse de ona artık humus gelmez. Ama mal ...
  • Kur’an’da gelen ‘Sadugatihinne ve ‘Ucurehunne’ neyin hakkındadır?
    6206 Tefsir 2012/02/22
    ‘Sadugatihinne’[1] daimi evlilik hakkındadır ve mehir için ‘Sıdak’ denmiştir.[2] Bu kelimenin geçtiği ayet, kadınların kesin haklarının birinden bahsetmekte ve koca, karısı bağışlamadığı sürece[3] karısının mehrini ödemesi ...
  • Hz Ali’nin kendi hilafeti döneminde omzunda kırbaç taşıyarak sokak ve çarşıda hareket ettiği ve suçluları cezalandırdığına dair nakledilen hadis doğru mudur?
    6452 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/04/15
    Hz Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin (Allah ömrünü uzatsın) Bürosu: Bu içerikte nakledilen rivayet sadece Hz Ali’nin Küfe’de bulunduğu, çarşıda gezdiği ve halkın tavsiyeleri ciddiye alması için yanında belirtilen kırbacı yanında taşımasıyla ilgilidir. Hz. Ayetullah Uzma Safi Gülpeygani’nin (Allah ömrünü uzatsın) Bürosu:
  • Ehl-i beyt’i neden birkaç kişide sınırlıyorsunuz?
    6841 Eski Kelam İlmi 2008/02/18
    Ehl-i Beyt’in on dört masumlarda sınırlandırılması, beşeri bir sınırlandırma değildir. Tathir ayetinden ve Peygamber (s.a.a.)’den gelen rivayetlerden anlaşılan bir sınırlamadır.Bu iddianın ispatlanması için birçok rivayet delil olarak getirilebilir.1) Kuran-ı Kerim, Peygamber (s.a.a)’e Arapça olarak indirilen ilahi bir kelamdır. Allah’ın ...
  • Eğer taklit mercileri zamanın imamı (a.s) tarafından seçiliyorsa müçtehit ve veliyy-i fakihi tanıtan diğer kaynakların rolü nedir?
    5068 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/08/08
    Dikkatleriniz için teşekkür ederiz. 1393. sorunun yanıtında işaret ettiğimiz gibi İmam belirgin bir şahsı hâkimiyete atamamış, sadece fakihleri genel bir şekilde atamıştır. Bundan dolayı zamanın imamı (a.s) tarafından mercilerin seçilme ve teyit edilmesinden kasıt, özel bir şahsın seçilmesi ve teyit edilmesi değildir. Sadece masum (a.s) ...
  • Niçin İslami düşünceyi açıklamak için her yönlü kamil bir sistematik teoriye ihtiyaç vardır?
    6900 Yeni Kelam İlmi 2007/08/23
    Şimdiye kadar din bilginleri, evrensel ve belli dönemlere ait unsurları içeren İslami öğretiler karşısında tikelci bir yöntem kullanmışlardır. Böyle bir yöntem ve yaklaşım İslami araştırmaların sistematik bir yapıya sahip olmasını önlemiştir. İslami düşünceyi oluşturan öğeler birbirleriyle aralarında bir düzene tabii tutulmadan bir araya toplanmıştır. Bu bir araya ...
  • Dört seçkin kadın ve babalarının ismi nedir?
    19865 تاريخ بزرگان 2010/05/19
    İnsanlık tarihi boyunca tevhid yolunda ve ilahi hedefler uğruna büyük fedakârlıklar gösteren Evliya ve Salihlerin içinde kadınlarda vardır. Onların namı insanlığın karanlık tarihinde parlamaktadır. İslami rivayet ve kaynaklarda büyüklük, fazilet ve yüce makamlarından ötürü en üstün kadınlar ve cennet kadınlarının en üstünleri olarak yad edilen, yücelikle övülen ...
  • Babam şehid olmuştur ve ben o dönemde ergin değildim ve onun ne kadar namaz kazası olduğunu bilmiyorum. Yükümlülüğüm nedir?
    5088 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Büyük taklit mercilerinin görüşüne göre, eğer babanın kazası varsa, onun vefat etmesinden sonra en büyük oğlunun kaza namazlarını yerine getirmesi farzdır. Babanın vefat ettiği zamanda oğlun ergin olup olmaması bir şeyi değiştirmez.[1] Eğer oğul kaza namazlarının sayısını bilmiyorsa, kesin ...
  • Bütün amellerimizi nasıl halis niyetle yerine getirebiliriz?
    10593 Teorik Ahlak 2009/12/20
    İhlâs; yapılan her işte ve kullukta asıl hedefin, başkalarının değil de Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için olmasıdır. Bunun için öncelikle ihlâsa mani olan şeyleri yani; riyakârlığı, dünyaya bağlılığı ve şeytanın vesveselerini ortadan kaldırmak gerekmektedir. Sonra imanı güçlendirme, Allah-u Teâlâ’yı tanıma, ihlâsın değeri ...
  • Mecbur kalınca günah işlemenin hükmü nedir?
    8733 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/03/07
    Dini öğretilere göre şer’i sorumluluklar insanın ihtiyar ve özgür iradesine bağlıdır; yani insan özgür iradesiyle güzel bir ameli yaparsa mükafatı hakkeder. Dolayısıyla şia fıkhında sorumluluğun kaldırıldığı yerlerden biri mecburiyettir. Müslüman biri haram müzik dinlemek gibi özgür iradesiyle yapmayacağı bir ameli mecburiyetten dolayı yaparsa burada ...

En Çok Okunanlar